top of page

Peki şimdi biz ne yapacağız bu boş vakitlerde?

Geçenlerde bir seminer sonrası gelen şahane bir soru ile başlayan düşünce süreci beni nerelerden nerelere götürdü. Soru şöyle idi aklımda kaldığı kadarıyla: “Teknolojiler bizlere zaman kazandırıyor, kazandıracak tamam da bizler bu zamanı nasıl kullanacağımızı biliyor muyuz?”


Teknolojiler birçok alanda hayatımızı kolaylaştırıyor, bu bir gerçek. Bugün akıllı telefonlarımız, tabletlerimiz veya bilgisayarlarımız ile evimizden alışveriş yapabiliyor, banka işlemlerini ve resmi işlemleri uzaktan halledebiliyor, işlerimizi yürütebiliyoruz. Evlerimizdeki “akıllı” ev aletleri ile eskiden saatler alan işleri daha kısa zamanda yapabildiğimiz gibi, evimizden çıkmadan, trafikte zaman kaybetmeden, sıra beklemeden normalde saatler sürecek işleri “bir tıkla” halledebiliyoruz. Gittikçe, yapay zeka ve makine öğrenmesi gibi teknolojilerle, bizim yerimize daha birçok işi yürütecek makineler ve robotlar. Peki bizler daha az çalışma saatlerinin tartışıldığı bu yeni dünyada boş vakitlerimizle ne yapacağız hiç düşündünüz mü?



Bir statü sembolü olarak meşguliyet


Birçok çalışan, bayram ve hafta sonları dışında 2-3 haftalık izinlerle ve hatta bu izinleri de tek seferde kullanma şansı olmadan yıllarca durmaksızın çalışıyor. Askerlik ve doğum izni dışında, ki kimse onlara izin diyemez(!), uzun izinler alamıyor, ben ara verdim 3-5 ay çalışmadan yaşayacağım da diyemiyor birçok sebepten ötürü. “Sabbatical leave”, nam-ı diğer kariyer molası dediğimiz iş yaşamına ara verme konsepti, üniversiteye girmeden veya işe başlamadan bir yıl sırt çantamla dünyayı gezeceğim demek kadar sıra dışı bizler için.


Aldığımız 1-2 haftalık izinlerin ilk birkaç günü de ne yapacağımızı bilemeden, sürekli sanki yapmamız gereken şeyler varmış da yapmıyormuşuz hissi ile geçiyor.

Sonrasında da eğlensek mi, dinlensek mi bilemediğimiz harala gürele zamanlardan rüzgar hızıyla geçip yorgun şekilde dönüyoruz izinlerimizden ve tekrar kaldığımız yerden devam ediyoruz koşturmaya. İzinde çalışma konseptinden hiç bahsetmeyelim hele.


Tüm bunların yanı sıra ev içi rollerdeki cinsiyet eşitsizliği ile; çocuk bakmak, evi çekip çevirmek, sürekli bitmeyen yemek-çamaşır-temizlik döngüsünde hafta sonu tatili ve izni dahi olmadan durmaksızın çalışmak zorunda olan kadınlar içinse boş vakit, gece herkes uyuduktan sonra uykudan çalınan dakikalardan ibaret.



Columbia Business School'da pazarlama profesörü olan araştırmacı Silvia Bellezza'nın araştırmasına göre “sürekli meşgul ve yoğun görünmek” yeni statü sembolü. İşkoliklik bir prestij meselesi neredeyse. İş dünyasında bunu gördüğümüz gibi ev hayatında da çok iş yapmak ve hiç vakti olmamakla övünüyor insanlar zaman zaman, şikayet etme kisvesi altında. Ne kadar yoğunsak o kadar önemli işler yapıyor ve değerli oluyoruz sanki.


O sebeple uzun boş vakitlerde ne yapılır, nasıl değerlendirilir, pek azımız bu konuda donanımlıyız. Geçmişten getirdiğimiz bir birikimimiz, pratiğimiz de yok maalesef. Televizyon kültürü yerini sosyal medya, youtube, netflix, online televizyonlar veya oyunlarla paylaşıyor en fazla.



Pandemi sürecinin başlarında hayat durduğunda hepimiz sudan çıkmış balığa dönmedik mi? Hayatımızın en uzun Mart ayını yaşadık hep birlikte! Sonrasındaysa ufaktan sorgulamaya başladık zamanımızı aslında nasıl geçirdiğimizi. Yani, umarım başladık. Başladık değil mi?




Amerika’da gerçekleştirilen bir başka araştırma ise çalışan insanların günde iki buçuk saatlik boş zamanları olduğunda yaşamdan memnuniyet derecelerinin zirveye çıktığını tespit etmiş. İşin ilginç tarafı ise, yeterli boş vakti olmadığını beyan eden insanların televizyon karşısında günde iki buçuk saat geçirdiklerinin ortaya çıkması olmuş.

Tebrikler büyük ikramiyeyi kazandınız!


Çok zengin değilse hemen herkes milli piyangodan büyük ikramiyeyi kazansa neler yapacağı konusunda hayal kurmuştur şu hayatta ama kaçımız uzun boş vakitlerimiz olsa neler yapacağımızı hayal ettik? Emeklilik hayalleri değil ama bahsettiğim, hayatımızı bundan sonra böyle yaşamaktan bahsediyorum.



Büyük ikramiyeyi tutturanların hikayeleri dolaşır şehir efsanesi gibi; parayı bulunca nasıl bir anda hesapsızca harcayıp servetlerini sıfırladıklarını anlatan hikayelerdir bunlar genellikle. Hayatında hep kıt kanaat geçinmiş, birikim dahi yapma şansı olmamış insanları bir anda paraya boğduğunuzda nasıl hesapsız, kitapsız, çılgınca çarçur edip harcayabiliyorsa parasını, teknoloji ile boş zamana kavuşan insan da elinde telefon, oyun, sosyal medya, vb ile çılgınca çarçur ediveriyor zamanını. Üretmek veya üretmek için tüketmek yerine pasif bir izleyici olarak veya sadece tüketmek için tüketerek harcıyor saatlerini. Teknoji sayesinde kazandığımız zamanları da yine teknolojiye kurban ediyoruz sonuçta.


Üstelik boş vaktin çoğalması tembelleşme, harekete geçememe, depresyon, kötü alışkanlıklara meyletme gibi riskler de doğurabiliyor. Emeklilik döneminde veya işsiz kaldığında birçok insan benzer zorluklarla karşılaşıyor. Dışarıdayken, olumsuz düşünceler üzerinde oyalanacak vaktimiz yok ancak boşta olduğumuzda, bu depresif düşünceler zihnimizde bir geçit töreni yapabilir!



“Bir şeye sahip olmak değil, layık olmak önemlidir.”

Peki paramızı doğru yatırımlarla değerlendirmek bu kadar kıymetli iken zamanımızı doğru yatırımlarla değerlendirmek neden odağımızda değil? Üç kuruşu olan dahi yatırım tavsiyeleri alırken, üstelik para denen şeyi çoğaltmak mümkün ama zamanı uzatmak mümkün değilken, nasıl fütursuzca harcıyoruz hayatımızı?

Teknoloji bize daha çok boş zamanlar verdiğinde bunu hobilerimizle, sanatla, sporla, kişisel gelişimimizle, kendimize veya başkalarına değer katarak, yeni şeyler öğrenerek, öğreterek, düşünerek harcamayı öğretecek yatırım koçlarına mı ihtiyacımız var? Bu dönüşümü kendi kendimiz gerçekleştiremez miyiz adım adım?


Geçenlerde sosyal medya hesabında Erich Fromm’un bir sözünü paylaştı Hüseyin Nazlıkul. “Bir şeye sahip olmak değil, layık olmak önemlidir.” Bedenimize layık olmak ve ona iyi bakmak, sahip olduğumuz bedenin hakkını vermekten bahsetmiş yazısında. Ben de aynı şeyi boş zamanlarımız için soruyorum, dijital çağın bize sağlayacağı boş vakitlere layık olabilecek miyiz? Büyük ikramiye kazanan birinin parayı çarçur etmesi gibi teknolojinin bize yarattığı veya yaratacağı boş zamanları da çarçur mu edeceğiz yoksa akıllı yatırımlarla dengeli bir şekilde mi harcayacağız? Geri döndürülemez dakikalarımızı, saatlerimizi hakkını vererek mi yaşayacağız yoksa kıymetini bilmeden tüketerek mi?


Yol yakınken üzerinde düşünmeye başlamamız gereken sorular bunlar. Bakalım bu sorular sizleri nerelere götürecek?

Recent Posts

See All
bottom of page