top of page

Yemişim Dünyayı

“Yaran, ışığın içine sızdığı yerdir.” demiş Mevlana. Gözümün önüne gelen imge delik deşik taranmış ve süzgece dönmüş bir bedenden süzülen ışık huzmeleri..


Öyle atla deve olaylar bile gerekmiyor nihayetinde yaralanmaya. Savaş, cinayet, göç, sürgün değil bahsettiklerim. Doğmak mesela, sonra kardeş sahibi olmak, ne kadar sevilsen de yeterince sevilmediğini düşünmek. Çocukların oyun oynarken söyledikleri acımasız sözler, şişkooo şişkoo... veya teyzelerin kendince iltifatları, ah ne güzel yüzü var, zayıflasa ne güzel bir kız olacak. -se -sa ‘lar, ön koşullar, ama’lar .. sonra herkes gibi olmamak, sıradan olmak veya. Küçük bir bedenin ve henüz örselenmemiş tertemiz bir ruhun varken küçücük şeyler büyük yaralar açabiliyor demek ki. Yoksa koca koca insanlar çocukluklarına dönüp durmazlardı herhalde o yaraları kapatmak çabasıyla.


Yemek yemeyen ilk çocuktan sonra iştahlı bir bebek annem için tüm yedirme arzularını doyurmak için paha biçilemez bir nimetmiş sanırım. Evet, o iştahlı bebek benim tabii ki.

“Nasıl da masadan yemekleri kaçırır da yerdi.”

“Pilava elleri ile avuçlardı.”

Bebekliğime dair yüzlerce kez duyduğum cümlelerdi bu ve benzerleri. Her fırsatta kahkahalarla anlatılan bir başka anıda da o dönem anneme yardım eden bir abla bana yemek yedirirken annem içeriden benim ona “Kevser yeme diyorum sana!” isyanlarımı duyarak gelir ve herhalde kendi de acıkmış olan Kevser Abla’nın yemeğini paylaşmasına dahi tahammülü olmayan ve isyanını daha bebekken kurabildiği nizami cümlelerle anlatan benimle karşılaşır. İşte bu iştahlı bebek hikayesi böylelikle kahkahalarla her fırsatta anlatılır dururdu.


Annem benim yemek yememi sevdi ve ben de onun yediğim için beni sevmesini sevdim sanki. Pirinç ununa muhallebiler, mamalar, sonra avuçla pilavlar falan derken tombul bir bebek ve sonrasında da çocuktum özetle. Bütün kuzenler ağaca çıkarken ben aşağıdan seyreder, bizim dönemin lastik atlama oyunlarında ve seksekte pek bir başarı gösteremez ve kapı pervazlarına tırmanan atletik ve çevik ablamın aksine koca popo ve göbüşümle (çocukların göbeğine böyle denir çünkü) gezerdim.


Bunun bir sorun olduğuna vakıf olmam dörtgöz ve şişko lakapları ve işte o “zayıflasanegüzelkızolacak” teyzeler sayesinde olmuştu sanıyorum. Ama banyo yaparken göbüşüme bakar ve onun olmadığı zayıf ve güzel bir kız çocuğu olduğumu hayal ederdim, hatırlıyorum.


İlkokul son sınıfa gelip de Anadolu Liseleri sınavlarına hazırlandığım sene eve gelen öğretmenlere kek, pasta ve börek ikram etmek raconu kurbanı olarak iyice kilo almıştım. Hala ilkokul mezuniyet fotoğraflarıma bakarken içim bir fena olur. Mezuniyet sonrası başladığım yeni okulumda önlükten formaya transfer ederken belime olabilen korkunç pileli etek neredeyse ayak bileğime geliyordu düşünün. Tüm bunlara rağmen hayatıma devam ediyordum ki bir gün bir aile dostumuz yurt dışından almış olduğu kamera ile bizi tanıştırdı ve evde hepimizin çekimleri yapıldıktan sonra beta veya VHS (o döneme ait iki tür video kasetten biri işte) video kaseti izlemeye başladık. İşte o akşam kendimi ekranda ilk kez gördüm ve dehşete uğradım. O zaman ekranlar şişman gösterir bilgisine haiz değildik tabii. Gerçi yine de diğerleri ile karşılaştırınca bu bilgi önemsiz kalırdı sanırım. Velhasıl o gün yemin ettim kilo vermeye ve tam 12 yaşımda ilk diyetime başladım. Ailemin tüm ısrar ve yalvarmalarına rağmen yemek yemiyor, diyet kola ve sunta adını verdiğim form bisküvilerinden bir paketle tüm günü geçiriyordum. Hazırlığı bitirdiğim yaz böylelikle 10 kilo verdim ve yine o yaz boyum 10 cm uzadı. O Eylül yepyeni formalarım, kısa kestirdiğim saçlarım ile uzun ve ince bir genç kız olarak sahalara döndüm ve herkesten duyduğum şaşkınlık dolu iltifatlar ile ne kadar doğru bir şey yapmış olduğuma bir kez daha kanaat getirdim. İşte beynimdeki kodlama doğrulanmıştı.


ZAYIFSAN GÜZELSİN.


Ve kalan hayatım işte bu kodlama üzerine kuruldu.


92 views

Recent Posts

See All
bottom of page